16 Şubat 2012 Perşembe

John gerçek, biliyorum.

Kar yağmaya devam ediyordu, karanlığı o kadar tatlı aydınlatıyordu ki. Saçlarımın üzerinde erimeye başlamıştı tanecikler. Donarak öleceğim diye geçirdim içimden. Artık hissetmediğim ellerimi cebime soktum. Düşünme bunu Brida, düşünme! Yürümeye devam ettim. Bilmem kaçıncı adımı atarken hala aynı noktadaymışım gibi hissediyordum. Burada tüm sokaklar birbirine benziyordu sanki. Bilirsin, tanımadığın bi şehirde kimselere sormadan adres bulmak lanet bişeydir. Bu adres de doğru mu bilmiyorum. Ona yolladığım bi paket sayesinde edinmiştim, bi kağıda yazıp belki bir gün lazım olur diye saklamıştım. İyi ki de saklamışım. Ah işte biri geliyor! Oha, 70 yaşında vardır heralde. Bu karda kıyamette dışarıda ne işi var yahu.
-Pardon. Bıdıbıdı sokağını arıyorum. 
Amca karlı gözlüklerinin üstünden garip garip baktı, o da benim bu saatte dışarda ne işim olduğunu düşünüyordu heralde.
-Hee, bak kızım şoo yoldan düz git sonra sola sap.
-Teşekkür ederim.

Yoldan düz gittim ve sola saptım. Bıdıbıdı sokağa vardım. Hedehödö apartmanı, 7 numara. Bina kapısını açıp, merdivenlerden çıkmaya başladım. Merdivenlerden nefret ederim. Hayır, yorulduğumdan veya popo yaptığından değil. Tüm yol düşünmediğin (düşünmeye cesaret edemediğin) şeyler lanet basamakları tırmanırken aklına gelir insanın. Hele şimdi herşey çok daha şiddetliydi. İlk defa sahip olduklarımı terkedebilme cesaretini göstermiştim. Kan bağım olan kişileri, beni dinlemeyen arkadaşlarımı, zorla gönderildiğim psikiyatristimi... Hepsini beynimde havaya uçurup öldürmüştüm. Tabii ki hayalim karlı sokaklar değil bi sahil kasabasıydı ama katliamdan sonra aklıma ilk o gelmişti, bi tek onu öldürmemiştim. Ve az sonra zili çalacaktım.
Ding dong! Işık yoktu içeride. Geç oldu, uyumuştur.
Ding dong!
Ding dong! Otomatı yakmak için elimi kaldırdım, o an kapı açıldı. Işıklar yanınca şaşırdım. Karşımda çiçekli geceliğiyle yaşlı bi teyze vardı.
-Ne var evladım bu saatte zır zır!
-Meraba teyzecim, bu saatte rahatsız etmek istemezdim. Siz John'un annesisiniz galiba. Evde mi acaba?
-John kim kızım? İçki mi içtin sen? Hadi git evine. 
-Ama John bana bu adresi vermişti, ona paket yollamıştım.
- Öff seni mi dinliycem be, uykumu kaçırmadan çek arabanı! 

Kapıyı suratıma çarpıverdi. En alt basamağa çömelip çantamdan telefonumu çıkardım. Rehbere John yazdım. Kimse çıkmadı. Nasıl olur????
John'la daha 3 gün önce telefonla konuşmuştuk, hatta bana diğerleri gibi düşünmediğini söylemişti. Sen ruh hastası değilsin Brida seni çok seviyorum, bir gün yanına geleceğim ve hep beraber olacağız demişti. Hayır inanmıyorum. Psikiyatristime John'dan bahsetmiştim, kesin o sildi numarasını. Nefret ediyorum senden lanet olası herif! Bi boka yaradığın yok tonla para ödüyoruz. Ne diyordum unuttum yine, hayır ben ruh hastası değilim. Hem kimse kendi kendine tedavi olamaz. Öyle değilim zaten. Öyle olsaydım bile John gerçek, biliyorum!

Kapı açıldı.
-Sen hala burda mısın? Bas git hadi!
Çantamı takıp binadan çıktım. Caddeye ulaşıp taksiye bindim.
-Otogara gitmek istiyorum.
İzmir'e giden ilk otobüse atladım. Şey... John aradı da... Beni bekliyormuş orada. Beni çok sevdiğini söyledi. Yanıma gel, hep beraber olacağız dedi.