23 Nisan 2014 Çarşamba

burada olduğumu bilmek iki defa güzel hissettirmemiş dali'ye de.

trip atmaya değecek
bir kaç aldatma 
iki eski sevgili dışında
sürekli arayıp sorduğun 
o fındık burunludan
kıskanmıyorum aslında seni

ve de biliyorum
bana yazmadığını o şiiri
telefon düşmüyormuş elinden
ama aramıyorsun beni 
ona yazıyorsun dimi
şuan bile 
biliyorum
aslında bakarsan
çok da özlemiyorum seni
özlemiyorum bilhassa
üç şeker attığım kahveni
karıştırırken mutfakta
belimden sarılıp
boynuma bıraktığın öpücüğü
bilhassa
şuan
en güzel rüyaları seninle 
uyanıkken gördüğüm
yatağın üzerinde
ufak ufak yırtıyorum yolladığın mektubu
dalinin kartpostalına kıyamadım sadece
belki fındık burunluya yollarım
belki sana
belki
göt herifin tekisin
ya da
paranoyağın biriyim

ama biliyorum
bana yazmadığını o şiiri.

4 Nisan 2014 Cuma

adam olmaz öyküler

Soğuk olan tek şey hava değildi, hatta onun soğukluğu daha fazla hissediliyordu. Kıçını betona vermiş son parasıyla aldığı birayı içip nasihatler dizerken çok da fark etmiyordu soğuk ya da sıcak olması. Bugün de her gün yaptığı gibi sırtında başka çıkış yolu bulamadığı hayatıyla nefesini boşuna tüketiyordu. Boşuna koşturuyordu, boşuna işe gidiyordu. Bende kadife koltuğun üstünde yarı uykulu kitap okuyordum. Birlikteyken de ya içiyorduk ya da geziyorduk. Daha güzel içkiler içmek ve daha güzel yerler gezmek için ben de çalışmayı deniyordum ama kleptomanim başa belaydı. Bu yüzden alakamın olmadığı tonlarca işe başvurmuş, tonlarca cv hazırlayıp her birinde ayrı ayrı palavralar sıkmıştım. Aramazlar demesine rağmen bir öğle vakti çalmıştı telefon:
-Ceren hanım?
-Evet?
Hattın öbür ucundaki hatun az önceki gibi telefonlara bakacağım bir işle ilgilenir miyim diye sormuştu. Öbür gün annemden kalan ve üzerimde emanet duran döpiyesi giyip gittim. Fiyakalı plazaya girdiğimde kısa boylu, kel, göbekli bir herifle tanıştım, sekreteri olacaktım. Telefonları bağlamak dışında her sabah o gelmeden önce eşyalarını toparlamamı istemişti. Ben birkaç gün sonra buna ek olarak çekmecelerini de karıştırmaya başlamıştım. Burada bulduğum gümüş kalemi ceketimin cebinde hissetmek hoştu. O an kadar güzel parlıyordu ki, dayanamamıştım. Allahtan kimsenin ruhu duymamıştı. Çok geçmeden hafta içi -bilhassa salı ve perşembe- adamın tam aksine uzun boylu, ince belli, sarışın bi hatunun boynunda hep aynı pırlanta kolyeyle salına salına adamı ziyarete geldiğini gördüm. Patronum o geldiğinde telefona kimseyi bağlamamamı tembihlerdi, hatun yarım saat sonra bir eliyle sarı saçlarını düzeltirken diğer eliyle minik çantasına nakitleri tıkıştırmaya çalışıp arkasına bakmadan vınlardı. Yine bir salı rutini gerçekleşmişti ama bu sefer beraber çıkmışlardı odadan. İçimden “ya bu fahişenin önde gideni ya da herif ofis fantezisi peşinde” diye geçirip gülümserken kadının boynundaki boşluğu fark etmiştim. İçimdeki ramazan davulcusu son gücüyle vurmaya başlamıştı tokmağı kalbime. Gittiklerinden emin olduktan sonra içeri daldım, koltuğun üzerinden tatlı tatlı parlıyordu bana pırlanta kolye. Dayanamadım. Ceketimin diğer cebine attığım gibi topukladım.

Eve geldiğimde dört döndüm, saklayacak bir yer gerekliydi. Görürse ne kadar kızacağını tahmin ediyordum ki elinde son kalan parasıyla aldığı o birayla odaya daldığında sıkı sıkı tuttuğum parlak kolye ile aramdaki ilişkiyi anında çakozlamıştı. Şuan da oturduğu yere çöküp hayal kırıklığına uğramış bakışlarla işten ayrıldığını söyledi. Bende atılacaktım, belki polise verilecektim. Buna rağmen kötü hissetmiyordum. Her şey ufak bir tatminden ibaretti ama o “daha güzel”li sıfatları çoğaltmak için çabalarken fark etmeden birilerinin fahişesi oluyordu, en başta benim. Bu akşam bana kızarken, soğukluğuyla nasihatler ederken bile öyle güzel parlıyordu ki. Anlamıştım en değerli anlarını çaldığımı. Ruhu bile duymamıştı.

aslında vianı seni sevdiğimden daha çok seviyorum

Muzlu puding yapmıştım o gece. Dandirik kafelerden ceplediğim, altı farklı kaseden oluşan toplama takıma boşalttım pudingi. Dibini sıyırır mısın diye sordum, istemedi. Tencereyi doğru lavabonun içine atıp musluğu açtım, klordan beyazlaşan suyun akışını izlerken omzumdan iki parmağıyla dürttü:

“Gidiyorum, biraz hava alacağım.”

“Gitmesen?” diyeceğime “Pudingten yemeyecek misin?” dedim. Sorumu yok saydı, hızla arkasını dönüp evden çıktı. Gereksiz bir soruydu, gereksiz sorular soruyordum ve esasında gereksiz sözcüğünün ta kendisiydim. Bundan mıdır bilmem üç ay önce kendimi gecenin üçünde öksürüklerle beraber nefes almaya çalışırken bulmuştum. Astımı olanlar bunun ne kadar sikko bir vaziyet olduğunu bilir. Evren bana ne olduğumu göstermeye çalışırken sadece karnımı yumruklayıp “Yap Akın!” diyebilmiştim o an ona. “Yap!”. Amına koyiim ne yapıyım ya bakışları attıktan sonra telaş ve uyku sersemliğini bir kenara bırakıp beni ayağa kaldırıp arkama geçmişti. İki elini kaburgalarımın altından birleştirip sertçe bastırınca abuk bir inlemeyle ölmemeyi başarmıştım. Kadere koca bir nah çekip kendi istediğim gibi yapmakta kararlıydım bu işi, astım yüzünden ölmeyecektim. Velhasıl o günden beri yanımdan inhalerı ayırmadım.

Akın evden çıktıktan sonra kütüphaneden ‘Kızıl Ot’u çektim, üçüncü kez okumaya değer diye geçirdim içimden. Elimi sayfaların arasına götürecektim ki inhalerın yanımda olmadığını fark ettim. Kitabı koltuğa bırakıp ayakkabılığa koştum. Çantamda bulamayınca evin her yerini aradım. Hiçbir yerde yoktu. Benden önce gelirse diye not yazıp ana caddedeki nöbetçi eczaneye yollandım. Gecenin huzurlu soğuğunda derin bir nefes çektim. Akın’ı düşündüm, bi şeyler bitmek üzereydi sanki. Onu çok seviyordum, gerçekten çok. Ama artık benim onun için pek bir şey ifade etmediğimi hissediyordum. Eskiden sabahlara kadar Coltrane dinleyip konuşurduk, heyecanla cevaplardık birbirimizi. Bazen köşedeki büfeden iki bira kapıp deniz kenarına giderdik güneşin doğuşunu izlemeye. Güzeldi. Ne yazık ki sona varmak üzereydik. Çok yakında “Bak Ceren, …”le başlayacağı lanet konuşmayı yapacağından emindim. Söyleyeceği her kelime boğazımda düğümlenen başka bir kelimeye karşılık gelecekti. İstemiyordum bunları duymayı, gerçekten istemiyordum.

Aceleyle karar verip kaldırımdan adımımı attıktan beş saniye sonra hızla gelen kırmızı bir arabanın altında son gereksiz nefesimi verdiğimde o eve gelmiş, yazdığım gereksiz notu okuyor olacaktı:


“Pudingleri dolaba koyar mısın?”

sayıklama vol64612

evet ama neydi
rutini bozan
rastlantısallık
hayal meyal hatırladığı adam
adı neydi
bir eli kanlı
diğerinde kalbi
kovalarken bilmediğini
tam önünde yürüyen hatunun kıçındaydı gözleri
daldı ana
durunca kız birden
çaptı ona
ve başladı
bir "pardon"la
sıradan delilik öyküleri