8 Ocak 2015 Perşembe

protech

sikimsonik insanlar
tükürükler akarken boğazlardan
tüm yüzeysel özentiliği ile
küçük diller evreni yutar
reflü azdırıcı
eleştiri meraklısı
yuvasında duramayan gözler
nefret edercesine
buzullukla suçlar 
bazen gerçekten kendimi nereye koyacağımı bilemiyorum
uyumsuzluğuyla nam salmış çeperi camdan bir delik kalbim 
boktan şiirler tarafından düzülen
çükü olan herhangi bir varlığın
o deliği sevebileceğine inanmak
aptallık 
-
küçük diller dişlerken beynimi
sıradanlık farklılığa dönüşüyor şimdi
aptallık
herkesi dışlıyorum bu yüzden
her halükarda bir üzüm tanesi
ya da fıstık ezmesi
ayaklarımın üşümesine sebep oluyor
inanmıyorum sürrealizminize
galaksi falan
samimiyetsiz hikaye
içi hava dolu plastik birer top insanlar
bölgemden çıkma gafleti göstermeme sebep olan
ıssız kutupta böyle iyiyim
ve aslında
okyanusu uzaya tercih ederim.


23 Ağustos 2014 Cumartesi

ne dediğimi biliyorum

kısır bi döngüdeyim
basit kelimelerden
oluşan vasat cümlelerle dolu
boktan şiirlerde yaşayan
sevgisizlik tohumu ekilmiş yüreğime
kaçarım yok kısır döngüden
sevilmemekten beslenir olmuşum
sırf üreteyim diye acı çeker olmuşum
iki birayla geçiştirilebilecek bir akşam
ağzıma giren dil hareket etmez olmuş öbür gün

kısır bi döngüdeyim
yalnızım
üretiyorum ama ne üretiyorum
niteliği önemli değil bazen
ne kadar kötü olduğu
rahatsız etmiyor beni
geç yaşamaya alışmış biri için
optimum özgüven yoksunluğu
mevcut paranoyaklığa denk
hor görülmüşüm tarafından
beğenmediğim için kendimi
tüm odak üzerimde
ileri ve geri gitmek mi?
ritim sadece bu değil
ritim kısır döngü
her şeye rağmen
katlanılamaz biri oluşumdan
gurur duymuşum
ilişkilerin de kavramsal sanatın da amına koymuşum
elitizminizden kolay kalkan çüklerinize kadar nefret dolmuşum
ritim sadece seks değil
ritim öfke
ritim nefret
dünya güzel değil
çıkarın şunu kafanızdan
derin cümlelere gerek yok
ağdalı dile gerek yok
kendinizi kanıtlamanıza gerek yok
bomboş da olsa
kısır bi döngüdeyim
sevilmemenin gururunu yaşıyorum

karanlık üretiyosam
niteliği önemli

kendimi seviyorum
kendimi beğenmiyorum

sevgisizlik tohumu ekilmiş yüreğime
kaçarım yok kısır döngüden




25 Temmuz 2014 Cuma

.

durumumuz diyorum
durumumuz
sen bir ampulsün sevgilim
parlak ve sıcak
bense vızıldayan aptal bir sinek
acıyı karanlığa tercih ediyorum

durumumuz diyorum
bir gün içindeki teller kopacak
ya da bir terliğin altında ezileceğim
ama bitecek sevgilim
bitecek.

9 Temmuz 2014 Çarşamba

sümüklüböcek hurafesi

çamaşırları tersinden katlayan
ben ve benim gibi
tüm kalbi durmuşlar
zaman nerede salınırsa salınsın
nazar boncuklarından yıldızlara tutuna tutuna
galaksinin en soğuk yerinde yorganın altına saklanıp
her zaman olduğu gibi
ters giden hayatından kaçacak
ve bizi kara delik bile yutmayacak

3 Mayıs 2014 Cumartesi

SIRADAN #2 ÇIKTI!

çok yakında sokaklarda, şimdilik issuuda.

http://issuu.com/siradanfanzin/docs/siradanfanzin2

23 Nisan 2014 Çarşamba

burada olduğumu bilmek iki defa güzel hissettirmemiş dali'ye de.

trip atmaya değecek
bir kaç aldatma 
iki eski sevgili dışında
sürekli arayıp sorduğun 
o fındık burunludan
kıskanmıyorum aslında seni

ve de biliyorum
bana yazmadığını o şiiri
telefon düşmüyormuş elinden
ama aramıyorsun beni 
ona yazıyorsun dimi
şuan bile 
biliyorum
aslında bakarsan
çok da özlemiyorum seni
özlemiyorum bilhassa
üç şeker attığım kahveni
karıştırırken mutfakta
belimden sarılıp
boynuma bıraktığın öpücüğü
bilhassa
şuan
en güzel rüyaları seninle 
uyanıkken gördüğüm
yatağın üzerinde
ufak ufak yırtıyorum yolladığın mektubu
dalinin kartpostalına kıyamadım sadece
belki fındık burunluya yollarım
belki sana
belki
göt herifin tekisin
ya da
paranoyağın biriyim

ama biliyorum
bana yazmadığını o şiiri.

4 Nisan 2014 Cuma

adam olmaz öyküler

Soğuk olan tek şey hava değildi, hatta onun soğukluğu daha fazla hissediliyordu. Kıçını betona vermiş son parasıyla aldığı birayı içip nasihatler dizerken çok da fark etmiyordu soğuk ya da sıcak olması. Bugün de her gün yaptığı gibi sırtında başka çıkış yolu bulamadığı hayatıyla nefesini boşuna tüketiyordu. Boşuna koşturuyordu, boşuna işe gidiyordu. Bende kadife koltuğun üstünde yarı uykulu kitap okuyordum. Birlikteyken de ya içiyorduk ya da geziyorduk. Daha güzel içkiler içmek ve daha güzel yerler gezmek için ben de çalışmayı deniyordum ama kleptomanim başa belaydı. Bu yüzden alakamın olmadığı tonlarca işe başvurmuş, tonlarca cv hazırlayıp her birinde ayrı ayrı palavralar sıkmıştım. Aramazlar demesine rağmen bir öğle vakti çalmıştı telefon:
-Ceren hanım?
-Evet?
Hattın öbür ucundaki hatun az önceki gibi telefonlara bakacağım bir işle ilgilenir miyim diye sormuştu. Öbür gün annemden kalan ve üzerimde emanet duran döpiyesi giyip gittim. Fiyakalı plazaya girdiğimde kısa boylu, kel, göbekli bir herifle tanıştım, sekreteri olacaktım. Telefonları bağlamak dışında her sabah o gelmeden önce eşyalarını toparlamamı istemişti. Ben birkaç gün sonra buna ek olarak çekmecelerini de karıştırmaya başlamıştım. Burada bulduğum gümüş kalemi ceketimin cebinde hissetmek hoştu. O an kadar güzel parlıyordu ki, dayanamamıştım. Allahtan kimsenin ruhu duymamıştı. Çok geçmeden hafta içi -bilhassa salı ve perşembe- adamın tam aksine uzun boylu, ince belli, sarışın bi hatunun boynunda hep aynı pırlanta kolyeyle salına salına adamı ziyarete geldiğini gördüm. Patronum o geldiğinde telefona kimseyi bağlamamamı tembihlerdi, hatun yarım saat sonra bir eliyle sarı saçlarını düzeltirken diğer eliyle minik çantasına nakitleri tıkıştırmaya çalışıp arkasına bakmadan vınlardı. Yine bir salı rutini gerçekleşmişti ama bu sefer beraber çıkmışlardı odadan. İçimden “ya bu fahişenin önde gideni ya da herif ofis fantezisi peşinde” diye geçirip gülümserken kadının boynundaki boşluğu fark etmiştim. İçimdeki ramazan davulcusu son gücüyle vurmaya başlamıştı tokmağı kalbime. Gittiklerinden emin olduktan sonra içeri daldım, koltuğun üzerinden tatlı tatlı parlıyordu bana pırlanta kolye. Dayanamadım. Ceketimin diğer cebine attığım gibi topukladım.

Eve geldiğimde dört döndüm, saklayacak bir yer gerekliydi. Görürse ne kadar kızacağını tahmin ediyordum ki elinde son kalan parasıyla aldığı o birayla odaya daldığında sıkı sıkı tuttuğum parlak kolye ile aramdaki ilişkiyi anında çakozlamıştı. Şuan da oturduğu yere çöküp hayal kırıklığına uğramış bakışlarla işten ayrıldığını söyledi. Bende atılacaktım, belki polise verilecektim. Buna rağmen kötü hissetmiyordum. Her şey ufak bir tatminden ibaretti ama o “daha güzel”li sıfatları çoğaltmak için çabalarken fark etmeden birilerinin fahişesi oluyordu, en başta benim. Bu akşam bana kızarken, soğukluğuyla nasihatler ederken bile öyle güzel parlıyordu ki. Anlamıştım en değerli anlarını çaldığımı. Ruhu bile duymamıştı.

aslında vianı seni sevdiğimden daha çok seviyorum

Muzlu puding yapmıştım o gece. Dandirik kafelerden ceplediğim, altı farklı kaseden oluşan toplama takıma boşalttım pudingi. Dibini sıyırır mısın diye sordum, istemedi. Tencereyi doğru lavabonun içine atıp musluğu açtım, klordan beyazlaşan suyun akışını izlerken omzumdan iki parmağıyla dürttü:

“Gidiyorum, biraz hava alacağım.”

“Gitmesen?” diyeceğime “Pudingten yemeyecek misin?” dedim. Sorumu yok saydı, hızla arkasını dönüp evden çıktı. Gereksiz bir soruydu, gereksiz sorular soruyordum ve esasında gereksiz sözcüğünün ta kendisiydim. Bundan mıdır bilmem üç ay önce kendimi gecenin üçünde öksürüklerle beraber nefes almaya çalışırken bulmuştum. Astımı olanlar bunun ne kadar sikko bir vaziyet olduğunu bilir. Evren bana ne olduğumu göstermeye çalışırken sadece karnımı yumruklayıp “Yap Akın!” diyebilmiştim o an ona. “Yap!”. Amına koyiim ne yapıyım ya bakışları attıktan sonra telaş ve uyku sersemliğini bir kenara bırakıp beni ayağa kaldırıp arkama geçmişti. İki elini kaburgalarımın altından birleştirip sertçe bastırınca abuk bir inlemeyle ölmemeyi başarmıştım. Kadere koca bir nah çekip kendi istediğim gibi yapmakta kararlıydım bu işi, astım yüzünden ölmeyecektim. Velhasıl o günden beri yanımdan inhalerı ayırmadım.

Akın evden çıktıktan sonra kütüphaneden ‘Kızıl Ot’u çektim, üçüncü kez okumaya değer diye geçirdim içimden. Elimi sayfaların arasına götürecektim ki inhalerın yanımda olmadığını fark ettim. Kitabı koltuğa bırakıp ayakkabılığa koştum. Çantamda bulamayınca evin her yerini aradım. Hiçbir yerde yoktu. Benden önce gelirse diye not yazıp ana caddedeki nöbetçi eczaneye yollandım. Gecenin huzurlu soğuğunda derin bir nefes çektim. Akın’ı düşündüm, bi şeyler bitmek üzereydi sanki. Onu çok seviyordum, gerçekten çok. Ama artık benim onun için pek bir şey ifade etmediğimi hissediyordum. Eskiden sabahlara kadar Coltrane dinleyip konuşurduk, heyecanla cevaplardık birbirimizi. Bazen köşedeki büfeden iki bira kapıp deniz kenarına giderdik güneşin doğuşunu izlemeye. Güzeldi. Ne yazık ki sona varmak üzereydik. Çok yakında “Bak Ceren, …”le başlayacağı lanet konuşmayı yapacağından emindim. Söyleyeceği her kelime boğazımda düğümlenen başka bir kelimeye karşılık gelecekti. İstemiyordum bunları duymayı, gerçekten istemiyordum.

Aceleyle karar verip kaldırımdan adımımı attıktan beş saniye sonra hızla gelen kırmızı bir arabanın altında son gereksiz nefesimi verdiğimde o eve gelmiş, yazdığım gereksiz notu okuyor olacaktı:


“Pudingleri dolaba koyar mısın?”

sayıklama vol64612

evet ama neydi
rutini bozan
rastlantısallık
hayal meyal hatırladığı adam
adı neydi
bir eli kanlı
diğerinde kalbi
kovalarken bilmediğini
tam önünde yürüyen hatunun kıçındaydı gözleri
daldı ana
durunca kız birden
çaptı ona
ve başladı
bir "pardon"la
sıradan delilik öyküleri

29 Mart 2014 Cumartesi

hoş ve loş

şurda bi yerde olması lazım
çekmeceye mi koymuştum
ya da sesi hiç kesilmeyen buzdolabına
fazla daldığım o anın
doğurduğu hisleri
belki çöpteki bira şişesinde
belki artık uğramadığım barın merdivenlerinde
o olamayan öpücükte
bence biz mutlu olamayız dediğinde
bu boktan şiirde
arkadan vururken cave
senin deyiminle
"üzgün çocuklarız"
anlara fazla dalan
daldığında fazla susan
arayıp dursamda
o olamayan öpücükle
bence de mutlu olamayız.

16 Mart 2014 Pazar

galiba
artık yazamıyorum dedim.
ne zaman yazmıştın ki dedi.
galiba.

holivud yalanları

kendi yaratır diyordu
insan kaderini
alçalıp yükselen
göbeğinin üzerinde
içi mısır dolu kase
televizyonda
vasat bir film
dün terkedildin
yarın sekizde lanet işin
öbür gün eski sevgilin aramayacak
bir ay sonra spotçudan aldığın
kanepenin üzerinde
vasat filmin tekrarını izleyip
kaderini değiştiremeyeceğini
anlayacaksın
ve alçalıp yükselirken göbeğin
pek de farklı olmadığını
mısır tanelerinden

15 Mart 2014 Cumartesi

bu şiir hayatını değiştirmeyecek.

kafamdan akıp giden sözcükler
korkutuyordu beni
sağ elim kaçarken
işporta kaleminden
evet
tam da kaçarken
son yazdığım sözcüğü asla silmeyeceğim 
diye söz verip kendime
karalamaktı üstünü
tüm yapmam gereken
evren üzerine çok kafa yormadan
her şeyi bilip ama
hiç bir şeyi kabullenemeyip
şarabımı yudumlamak
yalnız ve boktan
evet
tam da akıp giderken
öylesine ya da böylesine 
bir şiir yazmak
tüm yapmam gereken.

8 Şubat 2014 Cumartesi

kuğunun ölmeden önceki son şarkısı

uykuyu yakalayamamış
kan çanağı gözlerimle
sağ yanağımdaki kızarıklık
uyum içindeydi sadece
balzac heykelinin önündeymiş gibi 
aşkı yazmayı düşlediğimde
ama
afili lafların hiçbiri 
uymuyordu
hiçbir duruma
yine de
emindim
uyumuyorlardı onlar da
modigliani ve jeanne
bir yerlerde buluşmuş
bizi izliyorlardı
ve ben yine de
sadece
yazıyordum.

1 Şubat 2014 Cumartesi

belki ya da keşke. herneyse, ne farkeder.

yazmaya alışık olmadığım
bi yerde
söylenmesi gereken
birkaç cümle
herşeyi değiştirecekken
belki de
damağıma yapışan
sözcükler
gitmeliydi midemden
yazmaya alışık olmadığım
ve kaybetmediğim
başka bi yere


21 Eylül 2013 Cumartesi

SIRADAN #1 ÇIKTI!

Ankara'da imge kitabevi, acme bar ve babel bardan boka dönen baskıları edinebileceğiniz gibi issuu üzerinden tertemiz okuyabilirsiniz.

sıradan fanzin - issuu

1 Eylül 2013 Pazar

sevilmek bana göre değil

düşünüyorum da
dilimde yuvarlanan birkaç cümleyi
klavyedeki bozuk tuşu
buzdolabının kokusunu
tavanla aramdaki üç buçuk metre arasında
gidip gelirken gözlerim
bacaklarımın arasında vakit kaybetmek yerine
hayatının bi türlü akıp gidemediği o film şeridini
cebinden çıkarıp makinene koysan
ben kaçmadan

kısır döngü

Aynı şarkıyı üst üste defalarca dinlerim
Aynı şeyleri farklı yollardan defalarca söylerim
Aynı bakkaldan ekmek alırım
Her gün aynı bardaktan kahve içip aynı kalemle yazarım
Benzer kelimelerle aynı sokaklardan geçerim
Kendini tekrar eden bir asosyalim
Gurur duymuyorum ama
Rutinler tehlikesizdir
Yalnızca kırlarda koşmaya cesareti olanlar için
Kendimi tekrar ettiğim şiirleri yazdığım kağıtları
Aynı şekilde buruştururum
Evet yaparım bunu
İsterseniz evime gelin bakın, biriktiriyorum onları
Size bardağımı ve kalemimi de gösteririm
Eğer gün 25 saat olsaydı
Her gün o bir saat gelmeniz koşuluyla
Evet evet, yapardım bunu.

20 Haziran 2013 Perşembe

ümitsiz... ve bir o kadar da neşeli manteca

Alakasız bir bağlamda
Gereksiz bir şekilde zihnime düşüşün
Hüzün veriyor Gillespie’ye rağmen
Yan yana getirdiğim bu sözcükler gibi
Duruşu eğreti
Ya da iğreti
Her ne naneyse
Ve her nasılsa
Mısralarımın sonsuza akmayacağını
Gökyüzündeki bulutları hiçbir şeye benzetemeyeceğimi
Yine alakasız bir bağlamda
Gereksiz bir şekilde zihnime düşeceğini biliyorum
Hüzün veriyor
Sana rağmen

9 Aralık 2012 Pazar

kimsenin sikinde olmayacak, olmamalı da fakat şuna açıklık getirmedikçe içim rahat etmeyecek. endişelerim yaptığım-yapmadığım-yapamadığım "şey" üzerine olmasaydı süpersonik bloglar yerine başka mecralarda başka türlü paylaşımlarda bulunarak denerdim şansımı. paylaşma gereksinimi yüzünden tüm bu sikkoluk da zaten.

her ne naneyse. var olabilmek için kendi dünyamda devinip duruyorum o kadar. 
selametle.

30 Eylül 2012 Pazar

ölümün köşesinden dönmüş
göğsüme çöken öküz
yaslandığımız duvar
soğuk ve
yalnız
öküz susuyor
ben susuyorum
bile bile

24 Eylül 2012 Pazartesi

ENDİŞELENME


hüzünlü bir pazar günü 

yağmurun tüm sahteliği

'yağmuru çok severim'lerin tüm samimiyetsizliği

ve bende yarattığı tüm etkiler

bez ayakkabılarımı ıslatan su birikintisine

sövmekten öteye gitmeyecek

su sıçratan araçların önüne atlama isteği

ince montumun cebindeki bozuklukları hatırlatsa da

fante'nin sözü gelecek aklıma

tüm servetimle beraber devam edeceğim yola

içimde yazma korkusu 

cebimde 17 dolarla

sövmekten öteye gitmeyecek

7 Ağustos 2012 Salı

maymunları hep sevmişimdir



-Senin sorunun ne biliyor musun? Flört manyağısın. Anlıyor musun?
-Anlıyorum.
-Bi bok anladığın yok göt herif! Bu gece barda sarı kafayla ne haltlar yediğini gördüm, beni salak mı zannediyosun sen?!
-'Konuşuyorduk.' Şişeden bir yudum aldı.
-sktir!

Gözüm dönmüştü. Elindeki bira şişesini kapıp hınçla duvara fırlattım. Cam parçaları ılımış bira eşliğinde her yana saçıldı. Şaşırmış görünmüyordu, manyaklıklarıma alışkındı. Hissiz hissiz bakıyordu suratıma. Şu ifadesizliği daha da çileden çıkarıyordu beni.
-‘Ne bakıyorsun öyle?! Söyle! Çek pis ellerini üzerimden!’
Yumrukları geçiriyordum koca bedenine. O ise delice salladığım kollarımı etkisiz hale getirmeye çalışıyordu. Kudurmuş bi köpek gibi hissettim , bişiyler fışkırıyordu her yanımdan. Dudağımı çevreleyen tükürüğü ve burnumdan akan sümükleri görmesini istemiyordum. Tüm bunların kompleksiyle "güzel bi hatun değilsin" dediği aklıma geldi; koca bir burnun ve koca bir popon var. "Kendine bak maymun surat" diyip gülmüştüm o an. Maymunları hep sevmişimdir.
Sabrını taşırmak üzereydim ve nitekim taştı da. Bileklerimden yakaladı. Canımı acıttığını söylerken çatık kaşlarıyla gözlerime bakıyordu ya da burnuma… Tam anlayamadım. Popomun büyüklüğünü mü düşünüyordu acaba? Yoksa selülitlerimi mi? Belki de o sarışını hayal ediyordu. Onun koca memelerini, fındık burnunu, uzun bacaklarını… Ben bunları düşünürken o ne düşünüyordu merak ediyordum. Hala bileklerimi sıkıyordu ve hala canımı acıtıyordu. Derin bi nefes aldı.
‘Peki sen senin olayını biliyor musun?’ dedi
-Olayım falan yok benim!
-Kaçığın tekisin ve...
-Ve ne?!
-Koca poponu seviyorum.

KRONİK KABIZ

Tükenmez kalem bile
Düşünebiliyor musun?
O bile yamuk yapıyor
Diğerleri yetmezmiş gibi.
Alay edercesine bakıyorlar suratıma
Tükenmez kalem de…
Sen buna yazı mı diyosun?
Farklıyım mesajını skiyim kızım senin
Annen mi  baban mı?
Aşk?
Seks mi?
Paran mı yok?
Çocukluk?
Bak diyorum
Talihli biri değilimdir
Kronik kabızım var
Ve yazamıyorum
Anlıyor musun?
Neyse
Yarın yeni bi tükenmez kalem alacağım.

31 Temmuz 2012 Salı

KİBARCA DÜZÜŞEYEMEYENLER

Ayak parmaklarım halının saçaklarıyla oynuyor
Tırnaklarım uzamış
İkinci el müzik çalardan bağırıyor bana Beth
Kalbimi çamaşır sıkıyormuşçasına sıkıyor
Sabaha karşı 5
Kuşlar ötüşecek
Kravatlı adamlar ve saçı fönlü kadınlar
Bugün de mutlu görünecek
Bugünün de 8 saatini işte geçirip
Arta kalan zamanda kibarca düzüşüp
Kibarca ayrılacaklar
Her gün
24 saati tamamlayarak...
Nasıl derler?
“Bir zamanlar bi adam tanımıştım.”
Sabaha karşı 5’ti
Aynı halının üzerinde biralarımızı yudumluyorduk
“Bak yavrum, olan her şey olması gerektiği gibidir
Kabul edersin ya da etmezsin.” demişti
Beth ve ben
Ve şuan her nerede ne yapıyorsa o
Kabul etmiştik
Saat bizim için hep 5

21 Temmuz 2012 Cumartesi

"külotlu kadın ve maymun adam"


                                                                

16 Şubat 2012 Perşembe

John gerçek, biliyorum.

Kar yağmaya devam ediyordu, karanlığı o kadar tatlı aydınlatıyordu ki. Saçlarımın üzerinde erimeye başlamıştı tanecikler. Donarak öleceğim diye geçirdim içimden. Artık hissetmediğim ellerimi cebime soktum. Düşünme bunu Brida, düşünme! Yürümeye devam ettim. Bilmem kaçıncı adımı atarken hala aynı noktadaymışım gibi hissediyordum. Burada tüm sokaklar birbirine benziyordu sanki. Bilirsin, tanımadığın bi şehirde kimselere sormadan adres bulmak lanet bişeydir. Bu adres de doğru mu bilmiyorum. Ona yolladığım bi paket sayesinde edinmiştim, bi kağıda yazıp belki bir gün lazım olur diye saklamıştım. İyi ki de saklamışım. Ah işte biri geliyor! Oha, 70 yaşında vardır heralde. Bu karda kıyamette dışarıda ne işi var yahu.
-Pardon. Bıdıbıdı sokağını arıyorum. 
Amca karlı gözlüklerinin üstünden garip garip baktı, o da benim bu saatte dışarda ne işim olduğunu düşünüyordu heralde.
-Hee, bak kızım şoo yoldan düz git sonra sola sap.
-Teşekkür ederim.

Yoldan düz gittim ve sola saptım. Bıdıbıdı sokağa vardım. Hedehödö apartmanı, 7 numara. Bina kapısını açıp, merdivenlerden çıkmaya başladım. Merdivenlerden nefret ederim. Hayır, yorulduğumdan veya popo yaptığından değil. Tüm yol düşünmediğin (düşünmeye cesaret edemediğin) şeyler lanet basamakları tırmanırken aklına gelir insanın. Hele şimdi herşey çok daha şiddetliydi. İlk defa sahip olduklarımı terkedebilme cesaretini göstermiştim. Kan bağım olan kişileri, beni dinlemeyen arkadaşlarımı, zorla gönderildiğim psikiyatristimi... Hepsini beynimde havaya uçurup öldürmüştüm. Tabii ki hayalim karlı sokaklar değil bi sahil kasabasıydı ama katliamdan sonra aklıma ilk o gelmişti, bi tek onu öldürmemiştim. Ve az sonra zili çalacaktım.
Ding dong! Işık yoktu içeride. Geç oldu, uyumuştur.
Ding dong!
Ding dong! Otomatı yakmak için elimi kaldırdım, o an kapı açıldı. Işıklar yanınca şaşırdım. Karşımda çiçekli geceliğiyle yaşlı bi teyze vardı.
-Ne var evladım bu saatte zır zır!
-Meraba teyzecim, bu saatte rahatsız etmek istemezdim. Siz John'un annesisiniz galiba. Evde mi acaba?
-John kim kızım? İçki mi içtin sen? Hadi git evine. 
-Ama John bana bu adresi vermişti, ona paket yollamıştım.
- Öff seni mi dinliycem be, uykumu kaçırmadan çek arabanı! 

Kapıyı suratıma çarpıverdi. En alt basamağa çömelip çantamdan telefonumu çıkardım. Rehbere John yazdım. Kimse çıkmadı. Nasıl olur????
John'la daha 3 gün önce telefonla konuşmuştuk, hatta bana diğerleri gibi düşünmediğini söylemişti. Sen ruh hastası değilsin Brida seni çok seviyorum, bir gün yanına geleceğim ve hep beraber olacağız demişti. Hayır inanmıyorum. Psikiyatristime John'dan bahsetmiştim, kesin o sildi numarasını. Nefret ediyorum senden lanet olası herif! Bi boka yaradığın yok tonla para ödüyoruz. Ne diyordum unuttum yine, hayır ben ruh hastası değilim. Hem kimse kendi kendine tedavi olamaz. Öyle değilim zaten. Öyle olsaydım bile John gerçek, biliyorum!

Kapı açıldı.
-Sen hala burda mısın? Bas git hadi!
Çantamı takıp binadan çıktım. Caddeye ulaşıp taksiye bindim.
-Otogara gitmek istiyorum.
İzmir'e giden ilk otobüse atladım. Şey... John aradı da... Beni bekliyormuş orada. Beni çok sevdiğini söyledi. Yanıma gel, hep beraber olacağız dedi.

26 Ocak 2012 Perşembe

Kahverengi

içimden gelen bişeyler var
bencillik gibi
kıskançlık
ve sevgi gibi
onun da dediği gibi
mavi bir kuş var
ama bu sefer
başka bir penceredeyiz
başka bir bedendeyiz
buna rağmen herşey aynı boktanlıkta
hüzünlü ve kahverengi.
aslında
somut duygular var
deliller var
içimden gelen
yoksa görmüyor musun
ilgiye açlığımı
gözlerimdeki parıltıyı
hayır romantik değilim
bu gece böyleyim sadece.
bu gece
yan dairede mutlu taklidi yapan bir aile var
bi altta paralarını sayan adam
bi yan dairede çocuklar var
benzer ilgiler bekleyen.
benimse içimden bişeyler geliyo
yapabildiğimin en iyisini yapacağım.
tanrım...
tuvalete gitsem iyi olacak
bu gece.

8 Ocak 2012 Pazar

Pembe ve Siyah

Şu lanet olası dünyada neden yaşadığımızı çözmüş değildim. 7 yaşındaydım ve ilk o zaman öğrenmiştim: her an bi bokluk olmak zorundaydı. Mecburduk mutsuz olmaya, hayat bu demekti. Evet 7 yaşındaydım. Bilirsin, o yaşlardaki tüm kızlar pembe giyer ama benim kıyafetlerim siyahtı. Okulda her hafta çarşamba serbest giyilirdi; 3 aydır yıkanmamış siyahlarımı giymeye alışmıştım. Pek kız arkadaşım yoktu, beni dışlarlardı eteğim kısa diye bide saçlarım çok yağlıydı. Eve geldiğimde kotumu çekip yatağıma girerdim. Geçen gün liseden sonra hayatımın değiştiğini anlatıyordum birine. O zamanlar haftada 1 kere banyo yaptığımı söylemiştim. Bana ne yapmam ve nasıl olmam gerektiğini söyleyen kimse yoktu dedim. Kahkaha atarak ‘Liseden sonra ne yaptın haftada 2 kere mi banyo yaptın?’ dedi.

Neden anlatıyordum ki? Yaşamadan bi bok bilemezdi.  Her sabah saçları annesi tarafından örülen, geceleri altına yapmayan, tüm sebzelerin tadını bilen bi kızdı. Ben bunların hiç birini yaşamamıştım. Neden anlamaya çalışıyordum? 

Sonra ‘2 kere mi?’ dedim içimden.
Ben artık her gün banyo yapıyorum, saçlarımı yağlı görmen imkansız. Renkli kıyafetler giyiyorum ve her gün değişik kıyafetler… Sebze yemeklerinden bi kaçının tadını da öğrendim. Eteklerim kısa ama kızlar beni aralarına almaya başladı.

Yine de hala neden yaşadığımızı çözmüş değilim. 77 yaşına da gelsem çözemeyeceğimi ve her an bi bokluk olmak zorunda olduğunu biliyorum.

4 Aralık 2011 Pazar

Neden olmasın?

Kes-yapıştır, kes-yapıştır, kes… Daha bu yaşımda mor halkalara sahiptim ve kambur bir vücuda. Sayfalar tükendikçe sırtım daha da kamburlaşıyor göz kapaklarım daha da kısılıyordu. Kağıtlardan küp yapmanın algıyı değiştireceğine inanan hatunun küçümser bakışlarını görüyordum küplerin bir yüzünde. Geri kalanlarda ise öfkeden deliye dönmüş bi adamın bakışları vardı. Henüz bir şey bilmiyordu. Utançtan suratına bakamıyordum. Anlatmak zorundaydım.
Para lazımdı, belki biraz da bira. Gelecek meblağnın büyüklüğüne bağlıydı.
Her şey 3-4 ay önce başlamıştı. “Aynı evde yaşayalım.” dedi bir gün. Sevinçle “Neden olmasın?” dedim. Yerin altında kalan, pencereleri olmayan bi daireye taşındık. Haftalar geçti. Sıkıntıdan patlıyorduk, aşkımız ve heycanımız gittikçe azalıyordu. Yine berbat fikirlerinden birini verdi:
“Hadi eskiden takıldığımız bara gidelim.”.
Gürültüyü unutmuştum, kalabalıktan da hoşlanmıyordum. Ama oradaydık. Boş boş etrafa bakınıp dururken kampüste gördüğüm hatunla karşılaştı gözlerim. Gülümseyip yanıma geldi.
-Seni hatırlıyorum. Ben Mona.
-Brida bende.
-Yalnız mısın?
(gözlerimle John’u işaret ettim)
-Brida, bize katılmak ister misiniz?
-Neden olmasın?
Uğursuz lafı söylememle olaylara dalmamız bir oldu. Masadan burunlarına bir şeyler çekiyorlardı. Denedim, içime çektiğim an kafam acayip kıyak oluyordu. John’un da hoşuna gitmişti. Bir daha yaptık. Sonra bir kere daha. Gece böyle devam etti. Mona öbür gün yanıma gelip akşam gelmek ister miyiz diye sordu ve biz yine gittik. Uzun süre gitmeyi sürdürdük. Gruptan arkadaşlar edindik. İnsanlar çoğaldıkça maddelerde çoğaldı. Maddeler çoğaldıkça heycanımız ve aşkımızda çoğaldı.
Her gece olduğu gibi o gecenin de sonunda eve geldik. John düşünceliydi, birden öfkeyle bundan sonra oraya gitmiyceğimizi ve Mona’yla ilişkimi kesmemi söyledi. Bardan kurtulduk ama krizler peşimizi bırakmıyordu. Mona’ya durumu anlattım, tuvalatte bana verdiği minik haplarla idare ettim. John durumu anladı. Harcamalarımı kontrol altına aldı. Mona’dan borç istedim ama yetmedi. Bizim gruptan bi çocuğu çağırdı ve onun bana yardımcı olabileceğini söyleyip gitti. Salak salak sırıtıyordu çocuk. İsmini unuttuğumu söyledim.
‘Önemi yok, durumu biliyorum; istediğini sana verebilmem için istediğimi bana verebilmen gerekir. Belki bu gece John’a ailenle yemek yiyeceğini söylersin ve bana gelirsin.’ Dedi.
Dediklerini yaptım. Hatta sonrasında da tüm dediklerini yaptım. Para lazımdı, buna odaklıydım. Karşılığını aldım. Mona’ya olan borcumu ödedim ve biraz tuvalette takıldım. Diğer gece John yaklaşmayı deniyordu bense sürekli kaçıyordum.
-Neyin var senin?
-Regl oldum.
-Yalan söylüyosun. Ben senin her naneni bilirim.
-Yarına yetiştirmem gereken işler var.
İkna olmadan gidip uyudu.
Kes-yapıştır, kes-yapıştır, kes… Algım değişmişti gerçekten. Saçlarını okşadım, yanağından öptüm. Ceketimi alıp geri dönmemek üzere gittim o evden. Karşılığını veremeyecekti.

4 Kasım 2011 Cuma

5

Dandik mekanın tekinde öylece oturmuş onu bekliyordum. Tahminlerime göre gelmesine 10 dakika vardı. Çoğunlukla buluşacağımız yere benden yarım saat sonra gelirdi. Geç kalsam da bu durum değişmiyodu nasıl başarıyodu bi anlayabilsem. Böyle anlarda saate bakıp, oflayıp garsonu başımdan savmaya alışmıştım ama adamın baskıcı bakışlarına dayanamadım ve bi kahve söyledim.
Tik. Tak.
50dk
İnsanların 4. sıcak kahveyi fondiplememe ve deli gibi tırnak yiyişime baktıklarına emindim. Sabrım kalmamıştı, hesabı ödeyip yola koyuldum. Evine gidiyordum. Hızlı yürümekten ziyade koşuyordum. Bi yandan da söyleniyordum: “Artık konuşmam gerek, ufacık bi sorumluluk bile almıyo. … Onu sıradan, sıkıcı bi adamken sevmeyeceğimden adım gibi eminim ama neden…”
Kapı açıldı.
‘Unutmuşum.’ dedi. Dürüst müydü yoksa rahat mı? Ya da her ikisi de. Ceketini aldı.
Kapı kapandı.
Sadece sustuk ve daracık sokaklarda aylak aylak yürüdük. Yağmur başlamıştı, sığınacak bi apartman bulmuştuk şansımıza. Evet şimdi sadece bana odaklanabilirdi, tam sırasıydı:
-Neden unuttun buluşacağımızı?
-Unutmanın nedeni mi olur?
-Neden benimle berabersin anlamıyorum.
-Sevmenin de nedeni olmaz. Bak, aslında neler düşündüğünü biliyorum. Sende şunu bil, hayatta beklenti kadar boktan bişey yoktur.
Dudaklarımı araladım ama cevabın çıkmasına fırsat vermedi, elimi yakalayıverdi. Sertliğini bozmadan yavru kedisine güler gibi gülümsedi. Bu ender yaşadığımız kısa anlardan biriydi. Sonra yağmuru umursamamaya karar verdik, eve döndük. Bugünkü 5. kahvemi karıştırırken(midemi mahvederken) içimde sadece rahatsızlık değil korku da olduğunu fark ettim. Bitmesinden korkuyordum ama böyle yürümesini de kabullenemiyordum. Neden bu kadar kurcalıyordum? Neden bu kadar ‘Neden?’ diye soruyordum? 
Seviyordum, bi nedeni yoktu.

18 Ağustos 2011 Perşembe

Önce

Kimseyle görüşmüyordum arayan yoktu. Hayat otomatiğe bağlanmıştı. Öğlen 5ten gece 5e kadar resim yapılır şişeler boşaltılır. Yatılır, öğlen 2de kalkılır... İnat ederdim kalkmamak için, saklanabiliyordum orada. Zaten uyku ve nefes almak yaptığım ender doğal davranışlardandı. 3’te gerçekten kalkılır. Bir kase, biraz süt ve biraz gevrek. İçlerine bağımlılık maddesi mi koyuyolardı acaba herneyse ezberime uyuyordum.5e kadar kitap okumak sonra yine resim ve alkol. Bugün yine uydum döngüme 5’e kadar. Çıktım yürüdüm; bi günlüğüne döngüden çıksam bişey olmazdı.  Kartımı bastım engelli asansörünü kullandım sonuçta bende engelli sayılırdım. Güvenlik görevlisi bende bişey göremiyordu haliyle, dikizlediğini hissedebiliyordum. Cool kız ayakları takındım 1’e bastım. 3 dk vardı. 3 dk geçti. Geldi metro bindim. Bir sürü boş yer vardı oturmadım köşeme geçtim yine. Sonraki durakta olağan bi şekilde kapı açıldı. Aman tanrım o’ydu. Yanıma gelecekti hiç bişey olmamış gibi konuşacaktı. Belki de gelmezdi onu yeteri kadar tanımadığımı çok öncelerde fark etmiştim. Utanması gereken oydu ama ben kaçıyordum. Böyle bi adamda ne buluyordum salağın teki gibi davranmamalıydım yine cool kız taklidi yapacaktım evet. Lanet olsun 2 adımı kaldı dibimde olmasına ve:
-Hey! Nasılsın?
(hayır Brida heycanlanmak yok yaslan ve ellerini arkada birleştirki titrediğini görmesin)
-İyiyim. Sen?
(umursamaz davranmalısın)
-Bende iyiyim.
Son durağa geliyorduk.
-Bir yerlerde takılalım mı Brida?
(hayır demelisin ya da son duraktan faydalanıp sıvışmalısın Brida.)
-Bilmem, olabilir.
Salaklığımla nam salacaktım. Ona güvenemezdim. Bundan 197 gün önce başlamıştı her şey. Mükemmeldi. Onunlayken mistik bi deneyim yaşıyomuş gibi hissederdim. Evet umursamaz biriydi biraz ama en azından sevdiğini söylerdi, arardı, ilgilenirdi. Umursamaz herifler her zaman daha çok umursanırdı ve bende bi içgüdüyle umursardım.
Ve bundan 81 gün önce ona gitmek için yola çıktım. Taksiye bindim otobüs uzun sürerdi. Yanında olma dürtüsüyle dolup taştı bedenim.
Gidiyorduk. Lanet olası bi araba sağ taraftan çarptı bu taksiye. Camlar başıma geldi. Hemen bacaklarıma dokundum orada her şey yolundaydı. Ama bir şeyler kanıyodu. Sağ tarafımda bi acı hissettim, dokundum. Kulağımın yarısı yoktu ellerim kan içinde. Bi cam parçası bunu yapmış olamazdı neden oldu diye de araştırmadım sonuç açık ve netti.
Hastanede yüzümün sol tarafında koca bir sıyrık ve yarım kulağımla buldum kendimi. Beni görünce papatyaları yere düşürdü. Çok utanıyordum yaşlar süzülse de süzülmese de fark etmezdi artık. Geçmiş olsun dilekleri ve soğukluğuyla çekip gitti bi daha aramadı. Yüzümde ince bi çizgi ve kesik kulağımdı bana hatıra kalan.
Şimdi onun acıyıp vicdanını temizlemesine izin vermemeliydim. Kırılacaktım. Metronun kapıları açıldı. Karıncalar kapının önüne doluştu. Onlar önce çıkma yarışı yaparken dedim ki
-Üzgünüm vazgeçtim. Seni anlıyorum.
Karıncaların yarışına bende katıldım ve geçtim bir sürü kişiyi.
Saçlarım açıktı kulağım görünmüyordu. Çizgi de ufak bi makyajla hallolmuştu. Hepsi gizlenebilmişti onun bana acıması hariç.
Karşı tarafa geçtim eve gittim. Resimlerime içkilerime devam ettim Van Gogh’a yaraşır bi kulağım olmalıydı.

3 Ağustos 2011 Çarşamba

Vasataltı

Derim sıkıştırıyordu beni, içim mi şişiyordu ne? Yoksa çocuk aklımla hava gibi düşlediğim ruh denen şey içerde kovalamaca mı oynuyordu? Baskı yapmaya başlamıştım kalıbıma. Kaçıyordum. Gerçeklerden ama en çok sevmekten, sonra yazmaktan, söylemekten, cesur Brida’dan… Yalnız bırakılmıştım, uzaklaştırılmıştım. Uzaklaşmıştım. İlk defa kendimi bi güvercin gibi hissettim, şu ayağımla ittiğimde telaşla kanat çırpıp kaçanlardan. İnsanlar kuşlara özgürlük safsataları sıralarken ben nasıl da bakıyordum masum bir kuşa. Refleks.
Ahh ne güzeldiler ne iyimserdiler insanlar. İnsanlar... insanların söyledikleri... insanların davranışları, insanların vs vs … ne lanetti. Herkes bunlardan yakınıyordu ve bu da bir refleks haline gelmişti. Ezber gibi bişeydi bu. Evet yazıyı mahvedecek bir yol buldum galiba. Ama vardı bunlar gerçekten. Klasik gerçeklikler.
Gerçek herkesin bahsettiğimiydi?
Normal olan bunlar mıydı ya da sözleşmiş gibi sürekli bunlardan bahseden insanlar mıydı?
Sonuçta normallik bir fikir birliğinden ibaret değil miydi?
Babam böyle pasta yapmayı nerden öğrenmişti?
Sorular soruları kovalarken beynim yine kaçmaya çalışıyordu. Konuyu dağıtmak istiyordu.
“…, sonra yazmaktan, söylemekten, cesur Brida’dan…” Yok sonuna kadar gitmeli normal insan.
Bir hikaye yazmak isterdim şimdi
Bir şiir
Klasik olan sıkıcı tarzımla
Üzerinde durarak
Onun da dediği gibi
Güzel hissederdim sonra
Rahatlamış, normalleşmiş,
Brida.
Belliydi yine bağlayamayacaktım. Yine vasataltı bi yazı olacaktı. O kadar kurutuldum ki bu insanlardan, hevesimde kaçan kuşun kanatlarıyla oracıkta yitivermişti. Yakınıyordum. Şimdi başarabilmiş miydim ki normalliği.
Belliydi yine sözümü tutamayacaktım. Yine vasataltı sözcükler sıralayacaktım. Eğreti duran laflar edecektim.“vasataltı”lı sıfatlara mahkumdum. Normal olamayacaktı anlaşılan ve insancıl gibi.
Sözcükler sözcükleri kovalarken beynim yine de kaçmaya çalışıyordu. Gördüğümüz üzerede istediğini yapıyordu.
Ahh insanlar..
Rahatlamış, normalleşmiş
cesur Brida.

19 Temmuz 2011 Salı

Tekila

Afili lafların hiç biri kesmiyordu beni artık. Boşuna kulaç atıyordum. Bu zamana kadar denizin sonu görünmemişti hiç ve yine görünmüyordu. Beni yavaşlatan dalgalara eşlik ediyordu.
“Neyin var be?” diye sordu. Şimdiden sıkılmıştım. Şuan şu bar taburesinden öylece kalkıp gidebilmeyi çok isterdim.Cevap bekliyordu. Sustum.
Hey barmen bir tekila!
İşaret parmağımdaki tuzu yaladım. Ve shot. Boğazımdan giderken hangi yolu izlediğini, mideme nasıl indiğini hissedebiliyordum. O sırada şeytanla melek ilk defa aynı şeyleri söylediler kulağıma:
“Hadi söyle ona, ben Brida’yım de.”

Karnımdaki kelebeklerin öldüğünü o da biliyordu ama bunu önemsemiyordu, görmezden geliyordu. İşini halletmek yeterdi ona.
Limonu aldım ağzıma, suyunu çekiyordum. Limondan alıyordum hıncımı, sanki onu sıkıştırıyordum dişlerimin arasında. Bunu düşünmek hoşuma gitmişti. O ise dudaklarıma odaklanmıştı. Lanet herif hep kamışının peşindeydi. Daha çok baskı yaptı damağım.
Gözlerine baktım. O da bakıyordu, en dibime en derinime inebildi yine. Ele geçirmesine izin vermemeliydim. Suratımı avuçlarının arasında buldum.

Bitti yeter!
Dedim. Sorgulayan gözleri aslında bunu bekler gibiydi ama şimdi olmazdı alacakları bitmemişti henüz. Bana biçtiği ömrün tükenmesine daha vakit vardı. Yaşlandığı için sokağa bırakılacak evcil hayvanıydım onun. Çenemi sıkarak itti suratımı. Ona duymak istemediklerinden fazlasını hissettirdim. Bu da hoşuma gitmişti. Çekip giderken fısıldadı:
“Sen küçük bir kaltaksın.”
Gülümsedim. Yine sustum.
İyiysem iyiydi, içini boşaltabileceği bir deliktim hep. Olsun. Kurtulmuştum, rahattım şimdi. Brida’ydım ben.
Hey, bir tekila!

Güneş

Uçuşlar, yok oluşlar, boşluklar… Bunlardı o anki şeyler. Sırtın sırtımdaydı. Horultuların, nefes alışların bi radiohead şarkısı gibiydi, ritmik ve hisli. İtici görünmüyordu nedense.
Ben bekledim. Sen uyudun
Güneş doğdu.
Ben bekledim. Sen uyandın.
En çok uyurken seviyordum seni. Herkesin tonlarca sıkıcı hobisi vardı. Standart. Benimkide buydu. Sen uyurken.
Bir tek o zaman düşünmüyordum. Daha sonra benimde diğerleri gibi olmayan anılarımızla birlikte senin düş mezarlığında toprağa verileceğimi. Filan. Söylediklerinde, yazdıklarında, yaşadıklarında olurdum belki. Bıkacaktın ama. Sevmezdin çokluğu.Bazen beni de sevmediğini düşünürdüm. Bazen beni aldattığını. Şizofrenik davranışlar sergilerdim. Yine de korkmazdın. Bilirdin beni. Beni daha da deli ederdin. Ne zaman arasam açmazdın. Ne zaman beklesem aramazdın. Bu yüzden “çok” tartışmıştık lanet olsun ki yenen hep sen olurdun. Çünkü sana karşı zaafım “çok”tu. Sendeyse hiç yoktu.
Düşünmezdim işte. Sen uyurken.
Bazen giderdin. Bazen giderdim.
Yine doğdu.
Bazen bilirdim. Hep bilirdin.
Uyandın. Tek kelime etmedin yine. Herşey bitekcekti. Senin gösteremediğin aşkın, benim trajik vaziyetim, zevklerimiz, hayallerimiz, hayatımız… ben bunlar için hayıflanıp boşa kürek çekerken sen hiç bir şey yapmıyordun.
Sen aldırmıyordun. Ben zavallıydım
Yine battı.
Sen aldırmıyordun. Ben batıracaktım.
Ben doğacaktım. Sen uyurken.
Söylemiştim. Hisli olduğun tek an.
Sen uyurken.

Azı dişleriyle

Yürüdüm. İnsanları görüyordum ama bakmıyordum farklı dünyalardaydım. İttim hırsla onları, hepsini deldim geçtim. Sonunda varmıştım içimdeki bilinmezliklerle. Onunla ilgili ne tam olarak bilinirdi ki zaten. Eski bi apartmandı. Eski bi kapısı vardı, açtım o eski kapıyı. Her basamakta daha da sert çarpıyordu kalbim. Ayaklarım otomatiğe bağlanmıştı sanki, bu dalgınlıkla 20 kat bile çıkabilirdim. Lanet olsun utanıyordum. Hala küçük bi kızsın derdi. Doğru derdi ve ben yine utanırdım.
İşte 7 nurmara uğurlu sayımdı. Herkesin her zaman yaptığı gibi üstünü başını düzeltmek, saçını toparlamak, derin bir nefes ve ding dong! ‘ÖF’lediğini duydum davetsiz misafirlerden nefret ettiğini biliyordum. Hayatına da böyle gelmiştim. Dikkatle dinledim. Koltuğundan kalktı, bişeye çarptı. Delikten baktı, bikaç saniye sonra açtı kapıyı. Nasıl davranacağını, nasıl davranacağımı bilemedim o an. Şımarmak, gülücükler saçmak bana göre değildi. Sade bi meraba der geçerdim ve geçtim de ama ondan öyle istemezdim bende olmayanları bana versin isterdim. Ne yazikki o bu kurulukla yetinebiliyordu, kendini debelemiyordu 1 saat sonrasını düşünmüyordu. Bense evden çıkmadan önce bile nerede duracağımı nasıl bakacağımı ne söyleyeceğimi hayal ederdim. Hiç birini yapamıyordum bazen ama sadece hayaldi. Küçük bi kızdım.
‘Geçsene, bende seni arayacaktım.’ Dedi istemeye istemeye.
Yalana bak! Dedim içimden.
Telefonunun nerede olduğunu sorsam bilmezdi bile. Umursamadım. Bir şey söylemeden girdim içeri. Kim bilir neler düşünüyodu benim için.Kurtulmanın yollarını arıyordu belki de. Ama yok onun karakteri buydu. Tarzı böyleydi adamın. Ben abartıyordum. Sorun bendeydi.
Geçerken mutfağına baktım, yine birikmişti. Hep labutları dizdikleri gibi dizerdi içi boşalmış şişeleri, bunu ona söylerdim. O an içinden bu hatun manyağın teki dediğine eminim. Hayır hayır demezdi. Ben abartıyordum. Bunları bikaç saniye içinde nasıl düşünebildim bilemiyorum. Geçerken mutfağa baktığımı fark etmişti.
Çantamı fırlattım yere, kanepeye çöküverdim. Boş boş bana bakıyordu aslında bunun anlamı neden geldiğimdi. Kaçtım bakışlarından. Yerdeki devrik şişeye odaklanmışken ben çöktü o da yanıma.
“Bak Brida senle her şey farklı. Herşey nefis geçti. Ama.”
Akreple yelkovan durdu işte. Ufak bi öpücük beklerken koca bi ‘AMA’ gelmişti. Diğer odanın kapısı açıldı. Hatunun teki. Yarı çıplak. Bunu da beklemiyordum.  Kocaman gülüşüyle “Selam tatlım!” dedi. Harfleri eziyordu resmen azı dişleriyle. Şişeye odaklandım tekrar.
Hiç bi ‘ama’nın sonu benim için böyle olmamıştı. Üç noktayla bitmeyen bi ‘ama’ydı bu. Çantamı aldım. Devrik şişeye bi tekme indirdim. Yapmakta özgürdüm. Küçük bi kızdım. Deliliğimi tescilleyecekti içten içten. Evet evet emindim bu sefer.
Uğurlu sayıya doğru ilerledim. Geçerken mutfağa baktım. Yine fark etmişti baktığımı. Utanmıştım. Utandığımı da fark etmişti.