4 Nisan 2014 Cuma

aslında vianı seni sevdiğimden daha çok seviyorum

Muzlu puding yapmıştım o gece. Dandirik kafelerden ceplediğim, altı farklı kaseden oluşan toplama takıma boşalttım pudingi. Dibini sıyırır mısın diye sordum, istemedi. Tencereyi doğru lavabonun içine atıp musluğu açtım, klordan beyazlaşan suyun akışını izlerken omzumdan iki parmağıyla dürttü:

“Gidiyorum, biraz hava alacağım.”

“Gitmesen?” diyeceğime “Pudingten yemeyecek misin?” dedim. Sorumu yok saydı, hızla arkasını dönüp evden çıktı. Gereksiz bir soruydu, gereksiz sorular soruyordum ve esasında gereksiz sözcüğünün ta kendisiydim. Bundan mıdır bilmem üç ay önce kendimi gecenin üçünde öksürüklerle beraber nefes almaya çalışırken bulmuştum. Astımı olanlar bunun ne kadar sikko bir vaziyet olduğunu bilir. Evren bana ne olduğumu göstermeye çalışırken sadece karnımı yumruklayıp “Yap Akın!” diyebilmiştim o an ona. “Yap!”. Amına koyiim ne yapıyım ya bakışları attıktan sonra telaş ve uyku sersemliğini bir kenara bırakıp beni ayağa kaldırıp arkama geçmişti. İki elini kaburgalarımın altından birleştirip sertçe bastırınca abuk bir inlemeyle ölmemeyi başarmıştım. Kadere koca bir nah çekip kendi istediğim gibi yapmakta kararlıydım bu işi, astım yüzünden ölmeyecektim. Velhasıl o günden beri yanımdan inhalerı ayırmadım.

Akın evden çıktıktan sonra kütüphaneden ‘Kızıl Ot’u çektim, üçüncü kez okumaya değer diye geçirdim içimden. Elimi sayfaların arasına götürecektim ki inhalerın yanımda olmadığını fark ettim. Kitabı koltuğa bırakıp ayakkabılığa koştum. Çantamda bulamayınca evin her yerini aradım. Hiçbir yerde yoktu. Benden önce gelirse diye not yazıp ana caddedeki nöbetçi eczaneye yollandım. Gecenin huzurlu soğuğunda derin bir nefes çektim. Akın’ı düşündüm, bi şeyler bitmek üzereydi sanki. Onu çok seviyordum, gerçekten çok. Ama artık benim onun için pek bir şey ifade etmediğimi hissediyordum. Eskiden sabahlara kadar Coltrane dinleyip konuşurduk, heyecanla cevaplardık birbirimizi. Bazen köşedeki büfeden iki bira kapıp deniz kenarına giderdik güneşin doğuşunu izlemeye. Güzeldi. Ne yazık ki sona varmak üzereydik. Çok yakında “Bak Ceren, …”le başlayacağı lanet konuşmayı yapacağından emindim. Söyleyeceği her kelime boğazımda düğümlenen başka bir kelimeye karşılık gelecekti. İstemiyordum bunları duymayı, gerçekten istemiyordum.

Aceleyle karar verip kaldırımdan adımımı attıktan beş saniye sonra hızla gelen kırmızı bir arabanın altında son gereksiz nefesimi verdiğimde o eve gelmiş, yazdığım gereksiz notu okuyor olacaktı:


“Pudingleri dolaba koyar mısın?”

1 yorum:

  1. vian kitapları gibi önce adını beğendim yazının sonra kendisini.

    YanıtlaSil